Mehmet Özcan

Giri? Formu






Kayıp Parola?
Hesabınız yok mu? Kayıt Ol

Ziyaretçi Sayacı

 
Bugün1
Dün124
Bu Hafta458
Bu Ay1902
Toplam766671
Anasayfa arrow İktibas - Yorum arrow Gel Efendim (s.a.v)
Gel Efendim (s.a.v)

            

                 Efendim   

       
        Varlığımın Sebepler Ötesi sebebi, Gönlümün Sultanı Efendim,
        Merhamet dilendiğim kelimelerin gölgesinde içimin yankısını Sana yollamak istiyorum.
        Yüreğimde çağlayanlar var, dinmeyen göz yaşlarım var Efendim. Gözyaşı ırmağına bıraktığım hasretlerim var. Ve bir damla gözyaşının sıcaklığında Sana yolluyorum tüm hasretlerimi, aşarak yüreğimin çöl kumlarını. Demet demet yıldızların kutlu rehberlerimdir, kapına yöneldiğim gecenin şu ıssız saatlerinde.
        Gönül heybemde gözyaşlarım, geçtiğim yollara serpiyorum sadakam diye. Yürek tezgahında dokuduğum sancılarım var sadağımda, kuşandığım acılar var. İşte geldim kapına Efendim. Dilimde Senden dilendiğim şefaatin var.
        Ey Nebi, inan ki Sensiz gündüzlerimiz bile geceye döndü. Alnımızı üfül üfül okşayan rahmet yüklü soluğundan mahrumuz yıllardır. Senin yokluğun, ölü ruhlara can veren nefesinin yokluğu, bizi ağyar ateşinde yaktı. Deden Hazreti İbrahim’e yakılan ateşten daha acımasızdı yandığımız ateşler.
        Medet Sultanım! Hicranınla yanan ruhumuza parmaklarından yine boşaltmaz mısın kevserlerini oluk oluk?
        Utancımız büyük. Adını bir bayrak gibi dalgalandıramadık gönül semalarında. Giremedik kalplere, adını sunamadık sana muhtaç sinelere.
        Büyük utançlara kundaklandık; ama Sen Sultansın Efendim, ne olur himmetini esirgeme boynu bükük, yüreği yaralı ümmetinden. Yaralı yüreğimizi, Hazareti Eyyub’a bahşedilen ab-ı hayat gibi çağlayanlarla yıkayacağın günü bekliyoruz.
        Bir gün gözlerimizden perdelerin kalkacağı ümidiyle yaşadık hep. Temessülünle şeref-kudum buyurduğun Ahmet Rufai Hazretlerine imrenir olduk. Biz de, günahkar dudaklarımızı Senin o pak ellerine dokunduracağımız günün hasretiyle bekliyoruz Efendim.
        Seni, çiçek çiçek donanmış vefalarla kucaklayan Uhud’un bağrındaydın hani... En has şühedanın vefa kokan cennet mekânlarını ziyaret etmiştin... Ve orda demiştin ya “Kardeşlerime selam olsun!” diye... Ey Nebiler Sultanı Efendim! Bizleri, işaret buyurduğun o garip devirde gelen kardeşlerin sayıp ziyaret etmeyecek misin? Ayağı ve alnı beyaz sekili atların say bizi, aldığımız abdestlerimiz var günde beş vakit.
        Ne olur Efendim, Mekke’den Medine’ye hicret eder gibi gel. Sen gel ki, güneşin bizi terk ettiği karanlık gecelerimize dolunaylar doğsun. Yeniden bestelensin “Tale’al-Bedru”lar. Hiç günahı olmayan çocuklarımız seslendirsin yine o yanık nağmeleri. Ellerinde demet demet güllerle bekleyen kadınlarımız, gözyaşı çağlayanlarıyla yıkasın yollarını...
        “Ey Sevgili, En sevgili” Efendim! Seni anlayamayan nazarlara keşke, sana perdedar olan bir örümcek kadar vefalı olabilseydik. Anlayabilseydik kıymetini... Seni anlatabilseydik...
        Keşke bir güvercin olabilseydik, dünyanın dört bir tarafına nur dağıtan ellerinden uçurduğun. Senin çağları aşan o kutsal çağrılarını taşıyabilseydik çağlardan çağlara ve deniz aşırı diyarlara.
        "Ne olur gel Efendim! Çağın yetimleri var Seni bekleyen. Sana kasideler yazan bağrı yanık aşıkların var, ağıt yakanların var. Ağıdı dindirilecek öksüzlerin var.
        Ve talihsiz devrin Asiye yüzlü, Meryem iffetli yetimleri var. Gözyaşlarına sünger olacağın sürmeli ceylanların var.
        Sakat vicdanlarda çarmıha gerilmek istenen Mesih soluklu yiğitlerini ne olur daha fazla bekletme Efendim.
        Ateşe atılmak istenen İbrahim’lerimiz var, Senin gül bitiren yağmurlarını bekliyorlar.
        Bıçak altında tevekkülle bekleyen İsmail’lerimiz var; yoluna kurban olmayı bekleyen koç yiğitlerimiz var.
        Biliyoruz, aşkına pervane olamadık. Yanlış ateşlerde yandı ruhumuz. Yanlış pazarlara sürüldük. Yalancı şafaklarla kandırıldık yıllar yılı. Sensizliğin girdabında zehrini yudumladık hayatın.
        Onca günahlarımıza, bize yakışmayan kusurlarımıza rağmen, Senin büyüklüğün kadar büyüttük umutlarımızı. Dağlar kadar günahlarımız olsa da Sen kadar umutlarımız var. Hani diyorsun ya Efendim, “Benim şefaatim, ümmetimden günah-ı kebâir işleyenleredir.” Kim bilir kaç günah kirinin içinde büyüttük bembeyaz umutlarımızı. Tutunduk verdiğin söze. Müjdenin ipekten çehresine sarındık.
        Ey Nebi, kendisine yollanan salat-u selamları işiten vefalı dost. Sana yolladığımız salatu selamların sımsıcak gölgesinde beyaz dualarımızın aydınlığıyla yöneldik kapına. Temüssülünle, Sana meftunlarını sevindireceğin zamanı bekliyoruz.
        Sireten şekil değiştirecek kadar büyük günahı olanların imdadına, sırf Sana yolladıkları salat-u selamlar hatırına yetişmiştim Efendim. Ve biz ahir zamanın garip insanları bir kere daha temessül edip imdadımıza yetişeceğin günün hasretini cekmekteyiz.
        Yetiş imdada ya Resulallah, ne olur imdadımıza yetiş!
        Gönül Kâbe’sinde, günahlarımıza rağmen yine de bir yer var Efendim teşrif buyuracağın. Yüreğimizin yanıklığıyla tütsülediğimiz gözyaşı dolu mahzenlerimiz var. Uyku nedir bilmeyen kirpiklerimiz var Seni bekleyen. Ne olur gel, gel ki:
        “Kadem bastın gönül tahtına
        A Sultanım safa geldin.” diyelim bağrı yanık âşıkların gibi.
        Ey, “Levlake...” hitabının nazlı Sultanı, naz makamının Efendisi! Yıldızların, yoluna kaldırım taşları gibi dizildiği yüreği bulut bulut olan Sevgili!
        “Yağarsın, taşlar bile yemyeşil filizlenir.”
        Sen olmasaydın eğer, taşlardan daha katı yüreğimizde hiç yeşerir miydi yepyeni umutlarımız! İmanın gökkuşağı renkleri belirir miydi yağmur sonrası gibi! Yüreğimizin yamaçlarında boy verir miydi hiç, Sen kokan güller, olmasaydın Efendim!
        Ve bir de Efendim, “Damar damar Seninle, hep seninle dolsaydık” koruyabilseydik “vefa”mızı... Açsaydı daim bizim de gönlümüzde vefa çiçekleri... Bir Molla Camii de biz olsaydık, ashabına kıtmir olmayı can-ı gönülden dileyen...
        Kıtmirin olabilseydik ey şah-ı Rüsul ! Sana sadık olabilseydik... Adına ve ashabına sahip çıkabilseydik ta haşre kadar...
        Ashabı-ı Kehf’in kıtmiri gibi olsaydık... Onca günahlarımıza rağmen, “Senin ashabın cennete giderken ben nasıl cehenneme giderim?” diye inleseydik... İniltilerimizde bestelenseydi ümitlerimiz...
        Kabul eder misin bizi Efendim, ashabının kıtmiri olarak?
        Zira Efendim, “Sana sırılsıklam bir bakış da ben olsaydım” diyerek başımızı koyduğumuz olmuştur yastığa, tutunduğumuz an olmuştur düşlere.
        Ne olur;
        “Gel ey Muhammed (s.a.) bahardır
        Dudaklar ardında saklı
        Aminlerimiz vardır
        Hac’dan döner gibi gel
        Mirac’dan iner gibi gel
        Bekliyoruz yıllardır”
        Bir demet gül var elimizde, titreyen yüreğimiz var. Güllerimiz solmadan, gül kurusu ağlamadan yüreğimiz, ne olur
gel Efendim!        

 

 

 

 
Yorum (0)add feed
Yorum yazın

Kayıtlı üye değilsiniz. yorum yapmak için üye olmalısınız.Yorum sorumluluğu size ait olacaktır.


busy