Mehmet Özcan

Giri? Formu






Kayıp Parola?
Hesabınız yok mu? Kayıt Ol

Ziyaretçi Sayacı

 
Bugün19
Dün36
Bu Hafta205
Bu Ay1064
Toplam765833
Anasayfa arrow İktibas - Yorum arrow Hayattan Emekli Olunmaz
Hayattan Emekli Olunmaz
Sosyal bir varlık olan insan, hemcinsleriyle birlikte yaşarken birbirine ihtiyaç duyar. Toplumda her bir insan, toplum binası içerisinde kendine bir yer bulur ve bir boşluğu doldurur. Dolayısıyla toplum içerisinde aşırı ve ölçüsüz hareketlerde bulunmayan her insan, hiçbir zaman dışlanmayı, yok sayılmayı hak etmez. Suç işleyenler bile, adalet ölçülerine göre cezalarını çektikten sonra, eski itibar ve saygınlıklarına kavuşurlar. Dinimize göre her insan değerlidir. Kur'ân, insanı en şerefli, en güzel yaratılan varlık, Yüce Allah'ın kulu, O'nun muhatabı olarak tanımlar. İnsan, yeryüzünün efendisi/halifesidir. Yeryüzü tüm güzellikleriyle onun için musahhar kılınmıştır. Bu yüzden, insanın hayatındaki her dönem değerlidir ve önemlidir. Cıvıl cıvıl hareketleriyle çocuklar nasıl toplumun neşe kaynakları ise, ağır başlı ve vakur duruşlarıyla ihtiyarlar da toplumun en önemli bilgi ve tecrübe kaynaklarıdır.
Toplumda her insanın bir yeri olduğuna şu âyette işaret vardır: "Ey iman edenler! Siz toplantı hâlinde iken 'Biraz yer açıverin!' denildiği zaman yer açın ki, Allah da size genişlik versin.." (Mücadile 58/11). Burada geçen meclislerden kastın Hz. Peygamber'in (s.a.s.) meclisi, yahut savaş meydanları yahut da tüm toplantı yerleri olduğu söylenmiştir (Taberî, Camiu'l-Beyan, 22/17-18). Âyet, her Müslüman'ın İslâm toplumunda bir yerinin olduğuna da işaret etmektedir. Seviyesi, konumu, cinsiyeti, yaşı, işi ne olursa olsun her insanın toplumda dolduracağı bir yeri vardır. Hattâ bazen, sıradan bir insanın yaptığı işi, üst seviyedeki insanlar yapamazlar. Nitekim bir hadiste şöyle buyurulmuştur: "Doğrusu güçlü mümin, zayıf mü'minden daha hayırlı ve Allah'a daha sevimlidir. Ama her bir müminin de hayırlı/iyi bir tarafı vardır.." (Müslim, "Kader," 34) Yaşlılar da toplumumuzda çok önemli boşlukları dolduran kimselerdir. Onların tecrübe ve birikimleri, gençlerin yolunu aydınlatacak ve onlara güç verecektir.

Yeryüzünün en üstün ve en donanımlı varlığı olan insan, dünyaya gelirken ve dünyaya geldikten sonra pek çok merhaleden geçmiştir. Onun geçirdiği bu merhalelerin her biri, üzerinde derin düşünmeyi ve ibret almayı gerektiren merhalelerdir. Kur'ân-ı Kerîm, insanın yaratılış merhalelerine şu şekilde dikkat çeker:

Ey insanlar! Eğer siz öldükten sonra dirilmekten şüphe ediyorsanız, bilin ki: Biz sizi ilkin topraktan, sonra bir nutfeden, sonra bir yapışkan hücreden, sonra esas unsurlarıyla hilkati tamamlanmış, ama bütün azalarıyla henüz tamamlanmamış bir çiğnem et görünümünde bir ceninden yarattık ki, kudretimizi size açıkça gösterelim. Dilediğimizi belli bir süreye kadar ana rahminde durdururuz. Sonra da sizi bir bebek olarak dünyaya çıkarırız. Sonra, güç kuvvet kazanıncaya kadar sizi büyütürüz. İçinizden kimi henüz çocukken öldürülür, kimi de hayatın en düşkün biçimine götürülür. Öyle ki daha önce bildiği şeyleri bilmez hale gelir. Yeri de kupkuru görürsün, ama oraya Biz su indirince çok geçmeden kıpırdanır, kabarır da gözü gönlü açan her güzel çiftten nice nebat bitirir." (Hacc, 22/5)

Allah sizi (atanız Âdem'i) topraktan, sonra (ki nesilleri de) nutfeden yarattı. Sonra sizi çift çift yaptı. Onun bilgisi dışında hiçbir dişi ne hamile kalır, ne de doğurur. Herhangi bir canlının ömrünün uzaması veya kısaltılması da mutlaka bir kitapta yazılıdır. Bütün bunlar, Allah'a göre, elbette pek kolaydır. " (Fâtır 35/11)
Âyetler, insanın yaratılışta geçirdiği safhalara şu şekilde dikkat çekmektedir:
Toprak - nutfe (sperm/zigot) - alâka - mudğa - kemikler - kemik/et - insan cenini-
Bebeklik - çocukluk - gençlik - olgunluk - yaşlılık ve erzel-i ömür - ölüm.
Önce insanın aslının toprak olduğuna dikkat çekilmekte, daha sonra da insan cinsinin çoğalması için belirlenen Yüce Allah'ın yasası doğrultusundaki merhalelere vurgu yapılmaktadır. Bu açıklamalar bir yandan Yüce Allah'ın erişilmez kudretine işaret etmekte, bir yandan da insanın aslında ne kadar âciz olduğunu belirtmektedir. Evet her şey O'nun izniyle ve O'nun bilgisi dahilinde olmaktadır. O'nun her yaptığında sayısız hikmet vardır.

Öte yandan insan hayatının merhaleleri, onun yetişmesi, eğitim ve değişimindeki tedricilik için de iyi bir örnektir. Yine bu durum, dünya-âhiret hayatının merhaleleri için de iyi bir numunedir. Acizken, güçlü kuvvetli olmak; güçlü kuvvetli iken zayıf düşmek. Bir şey bilmezken bilgi sahibi olmak; bilirken bilmez olmak. Bu konuya şu şekilde açıklık getirilmektedir:

Sizi Allah yarattı. Sonra da sizi O öldürecek. İçinizden kimi, bilgi sahibi olmasından sonra çocuk gibi, bir şey bilmez hale geldiği ömrün en fena devrine vardırılır. Allah her şeyi hakkıyla bilir, her şeye kadirdir. (Nahl, 16/70)
Allah o kadirdir ki, sizi bir zaaftan yaratmakta, sonra zaafın ardından bir kuvvet yaratmakta, müteakiben kuvvetten sonra bir zaaf ve ihtiyarlık yapmaktadır. O dilediğini yaratır. Her şeyi bilen, her şeye kadir olan, yalnız O'dur. (Rûm, 30/54)
Onlardan hayatta bıraktığımız kimsenin ise, hilkatini tersyüz ederiz. Hâlâ akıllanmazlar mı?" (Ya-Sin, 36/68)

Yaratılışta tersine çevrilmek, tekrar başa dönmek. Güçlü kuvvetli iken, âciz ve zayıf olmak. Çocukluk çağına yeniden dönmek, hem de daha kötü bir durumda. Şöyle ki, çocuk ihtiyaçlarını kendi karşılayamaz, yemeğini yiyemez, düşe kalka yürür, çat pat konuşur. İhtiyar da öyle. Ama çocuğun âcizlikleri sevgiyle karşılanır, ihtiyarınkiler ise tahammül edilmez. Hiç düşündük mü, dedeler neden en fazla torunlarını severler, en çok onlarla anlaşırlar. Bunun sebebi, biraz da ortak noktaların olmasındandır.
Dünya hayatı insana sevdirilmiştir. Muammer olma duygusu, insan fıtratında bulunan tabii bir duygudur. Oysa önemli olan, yıl olarak uzun süre yaşamak değil, dolu dolu yaşamaktır. Bu yüzden eskiler, İslâm'la geçmeyen, cahiliye döneminde isyan ve günahlarla geçen yıllarını ömürlerinden saymazlardı. İnsandaki bu eğilimi bir Kur'ân âyeti şöyle dile getirir.

Uzun ömür sürmek, insanı aldatmamalıdır. Çünkü uzun yaşamak meziyet değildir. Önemli olan, güzel hatıralar bırakarak yaşayabilmektir. Bu konudaki ilahî uyarılar da şu şekilde gelmektedir:

Önümüzde uzun yıllar var gözükebilir; ama bu durum bizi aldatmamalıdır. Yaşadığımız her anın kıymetini bilmeli ve en iyi şekilde onu değerlendirmeliyiz. Unutmamalıyız ki, bizim için dün geçmiştir. Yarına çıkacağımız ise kesin değildir. Bize düşen, içerisinde bulunduğumuz zamanı en güzel bir biçimde değerlendirmek ve dolu dolu yaşamaktır.
Tûl-u ömür ve tûl-u emel.. İnsan yaşlandıkça emelleri gençleşirmiş. Ne tûl-u ömür, ne de tûl-u emel bizleri aldatmamalıdır. Nitekim bu gerçek, hadiste şu şekilde ifade edilmiş ve bir başkası tarafından da mısralara dökülmüştür:
"Âdemoğlu yaşlandıkça şu iki şeyi gençleşir: Mala ve uzun yaşamaya düşkünlük." (Buharî, "Rikak," 5; Müslim, "Zekât," 115.)

İster bey ol, ister paşa.
Âdem gibi var bin yaşa.
Ölüm gelir bir gün başa.
Ölmemeye çaren mi var.

Mal sahibi mülk sahibi,
Hani bunun ilk sahibi?
Mal da yalan, mülk de yalan,
Var biraz da sen oyalan.

Ana-Baba ve Yaşlı Hakkı

Söz buraya gelmişken, bizim hayata gelme sebeplerimiz olan anne ve baba hakkı üzerinde kısaca durmakta yarar olduğunu düşünüyoruz. Ana-baba hakkı üzerinde Kur'ân'da ısrarla durulur. Bu konudaki âyetlerden bir kaçı şöyledir:
Her insanın vebalini, kendi nefsine bağladık, her insan yaptıklarına göre muamele görür. Nitekim kıyamet günü hesap defterini önünde açılmış bulacaktır. Şöyle deriz ona: "Defterini oku. Bugün muhasebeci olarak kendi işini görmeye kendin yetersin!" (İsra, 17/23-24)

Biz insana, annesine babasına iyi davranmasını emrettik. Zira annesi onu nice zahmetlerle karnında taşımıştır. Sütten kesilmesi de iki yıl kadar sürer. İnsana buyurduk ki: "Hem Bana, hem de annene babana şükret, unutma ki sonunda Bana döneceksiniz." "Eğer onlar seni, şerik olduğuna dair hiçbir bilgin olmadığı şeyleri, Bana ortak saymaya zorlarlarsa sakın onlara itaat etme. Ama o durumda da kendileriyle iyi geçin, makul bir tarzda onlara sahip çık. Bana yönelen olgun insanların yolunu tut. Sonunda hepinizin dönüşü Bana olacak ve Ben işlediklerinizi tek tek size bildirip karşılığını vereceğim." (Lokman, 31/14-15)

Âyetlerde Yüce Allah (c.c.), kendisine ibadet ve kulluk yapılmasını emrettikten hemen sonra, ana-babaya iyilik ve ihsanda bulunmayı emretmektedir. Bu, ana-baba hakkının Allah hakkından hemen sonra geldiğinin ve ne kadar önemli olduğunun açık göstergesidir. Yine âyetlerin bize yüklediği görev, ana-babamıza öf bile demememiz, onları incitecek hiçbir söz ve davranışta bulunmamamız; onlara sevgi, saygı ve ilgiyle yaklaşmamız ve en önemlisi onlara dua etmemizdir. Hattâ onlar Allah'a şirk koşan kimseler olsalar ve bizi de müşrik olmaya zorlasalar bile, onlarla dünyada güzel geçinmemiz ve ana-baba olarak haklarına riayet etmemizdir. Nitekim Hz. İbrahim'den bize yadigar olarak Kur'ân'da geçen ve her namaz sonunda okuduğumuz duada şöyle diyoruz: "Ey Rabbimiz! Beni, annemi, babamı ve bütün müminleri kıyamet günü affeyle." (İbrahim, 14/41)

Hikaye olunur ki, bir evlat hasta anasını üç yıl sırtında taşımış ve bir gün annesine, hakkını ödeyebildim mi, diye sormuş, annesi şu cevabı vermiş: "Ne gezer evlâdım. Sen beni sırtında taşıdın ama, yorulunca, istirahat ve ihtiyaçların için yere indirdin. Bense seni dokuz ay, kendimden hiç ayırmadan hep karnımda taşıdım ve besledim. Ben sana büyüyesin diye bakardım. Sense bana çabuk öleyim diye bakıyorsun."

Sığındıkları mağaranın kapısı, yuvarlanan bir taşla kapanan üç adamın yaptıkları güzel şeyleri şefaatçi yaparak mağaradan kurtuldukları anlatılan hadiste (Buharî, "Enbiya," 50; Müslim, "Zikir," 100), adamlardan birinin ana-babasına yaptığı hizmeti vesile yapması ve onun akabinde yaptığı dua ile kurtulmaları ne kadar da dikkat çekicidir.
Ana-baba hakkı başta olmak üzere yaşlılara hürmet, onlara saygı ve ilgi duyma hakkında Peygamberimiz�den bize gelen tavsiyelerden bir kaçı şöyledir:
Ana ve babasının ihtiyarlık zamanlarında, bunlardan birine yahut ikisine yetişip de, bunlara gereken hürmet ve hizmette bulunarak Cennet'i hak edemeyen kimsenin burnu yerlerde sürünsün! (Bu ifadeyi üç kere tekrar etmişlerdir.) (Müslim, "Birr," 8; İbn Hanbel, Müsned, 2/346)

Herhangi bir genç yaşlılığından dolayı bir ihtiyara hürmet ederse, Yüce Allah da yaşlandığında ona hürmet edecek kimseler halkeder. (Tirmizî, "Birr," 15; Ebu Davud, "Edeb," 58)

Küçüklerine şefkat göstermeyen, büyüklerine değer ve saygı göstermeyen bizden değildir." (a.y.)

Saçı sakalı ağarmış yaşlı Müslüman'a saygı gösterip ikram etmek, Allah'a saygıdandır. (Ebu Davud, "Edeb," 23)

Düşkünleri görüp gözetiniz, zira siz ancak düşkünleriniz sayesinde yardım görür ve rızıklanırsınız. (Tirmizî, "Cihad," 24; Ebu Davud, "Cihad," 70)

Bereket, büyüklerinizin yanındadır. (Münavi, Feyzu'l-Kadir, 3/220)

Beli bükülmüş ihtiyarlar, süt emen bebekler, otlayan hayvanlar olmasaydı belâlar sel gibi üstünüze dökülecekti. (Acluni, Keşfü'l-Hafâ, 2/230)

Hadislerde zayıf, bakıma, ilgiye muhtaç kimselere bakmaya, onların sıkıntılarına katlanmaya teşvik, ihtiyarlar için ise, ihtiyarlığı kabullenmeye yönlendirme vardır. Gençleri ihtiyarlığa hazırlayan yönlendirici bir başka hadiste de şöyle buyurulmuştur:
Beş şeyden önce, şu beş şeyin kıymetini bilin: Ölümden önce hayatın, hastalıktan önce sağlığın, meşguliyetten önce boş zamanın, ihtiyarlıktan önce gençliğin, fakirlikten önce zenginliğin. (a.g.e., 1/166-167)

Yaşlıları en iyi tedavi yolu ilgi ve şefkat, en iyi barınma yeri sıcak aile ortamıdır. Huzurevi, Darü'l-acüze vb. yerler, bu değerlerin dejenere olduğu toplumlarda alternatif olarak doğmuş yerlerdir. Buralarda yaşlılara fizikî olarak çok iyi bakılsa bile, aile ortamında var olan evlât ve torun sevgi ve sıcak ilgisi asla bulunmaz.

1999 yılı, Dünya Sağlık Örgütü tarafından Uluslararası Yaşlılar Yılı ilân edildi. İnsanlar, yaşlılarıyla bütün gün ve yıl ilgilenemeyince, hiç olmazsa bir günü yaşlılar günü ilân ettiler; bu ideal olmasa bile elbette tamamen unutulmaktan iyidir.

Yaşlılarla İlgili Söylenmiş Sözler

Yaşlılar ve yaşlılıkla ilgili olarak pek çok şey söylenmiştir. Burada, uzun tecrübeler sonucu söylenen bu güzel sözlerden bir demet sunmak istiyoruz:
Yaşlanma, her insanın hem çok istediği, hem de hiç istemediği bir dönemdir. Her insan, yaşlılığa doğru koşar.
Yaşlılık da sevgi gibidir, saklanmaz. (Thomas Dekker)
Yaşlılık, kimilerinde bilgelik, kimilerinde ise ölümü gözleme dönemidir.
Yaşlılık, geçmişin muhasebesinin yapıldığı, tecrübe ve birikimlerin yeni kuşaklara aktarıldığı, anılarla yaşanılan bereketli bir dönemdir.
Gençler bilebilse, yaşlılar yapabilse..
Gençler ümitleriyle, ihtiyarlar hayal ve hatıralarıyla yaşarlar..
Yüzü ışığa/gerçeğe yönelmiş olan insan her zaman gençtir ve yaşar. İnsanın yaşı, ruhunun gençliğine yahut ihtiyarlığına bağlıdır.
Hayatı dünya ve âhiret olarak görürsek, ihtiyarlık hayatın sonu değildir. Yaşadığımız her an, kendi hakkını ister.
Rüyaların yerini pişmanlık doldurduğu zaman yaşlılık başlar.
Yaşlılar, bize kanlarından kan veren, canlarından can katanlardır.
Yaşlılık manen yükselme çağıdır.

Teklifler

Yazımızı, hem bugünün yaşlılarına, hem de yarının yaşlıları gençlere yönelik bazı tekliflerle bitirmek istiyoruz.

a. İhtiyarlara Yönelik Teklifler

İhtiyarlarımız, yaşlılığı kabullenmeli, onu bir nimet olarak görüp en güzel şekilde değerlendirmelidirler. Eli kalem tutanlar, tecrübelerini kaleme almalı, birikimlerini mezara götürmemelidirler.

Yaşlılığı, her şeyin bittiği dönem olarak görmemeli, topluma yapabileceği çok şeyin olduğunun şuurunda aktif olarak hayatın içerisinde yer almalıdırlar. Hayattan emekli olunmaz. Kur'ân "O hâlde bir işi bitirince, hemen başka işe giriş, onunla uğraş." (İnşirah, 94/7) buyurur.

İhtiyarlar, gençleri iyiye, güzele yönlendirerek onların önünü açmalıdırlar.
İhtiyarlar, aile ve toplum içerisinde denetim görevini lâyıkıyla yerine getirmelidirler.
Lüzumsuz konuşmalardan, gereksiz müdahalelerden kaçınmalıdırlar. Onlar hep hayır söyleyen, ağzı dualı kimseler olarak gençlere örnek olmalıdırlar.

b. Gençlere Yönelik Teklifler

Gençlerimiz, gençliklerini en güzel bir şekilde değerlendirip, yapacakları güzelliklerle kendilerini yaşlılığa hazırlamalıdırlar.

Kendilerinin de bir gün ihtiyarlayacağını, güçten kuvvetten düşeceğini düşünüp ihtiyarlarımıza sevgi, saygı ve ilgiyi eksik etmemelidirler.
İhtiyarlarımızın bilgi, görgü, tecrübe ve birikimlerinden her zaman yararlanmasını bilmelidirler. Onları yalnızca işleri düşünce ya da belirli günlerde hatırlamamalıdırlar.

İhtiyarlarımızdan duyup gördükleri olumsuz söz ve davranışları, hayra yormalıdırlar. Kim bilir belki de onlar, gençlerin sahip olmadıkları bilgi, görgü ve birikimleri nedeniyle olaylara müdahil olmak istiyorlardır.

İhtiyarların düştükleri duruma bakıp ibret almalıdırlar. İnsanın da, her canlı gibi fani olduğunu, hayatlarının bir gün sona ereceğini hiç unutmamalıdırlar.
Yaşlılar, evimizdeki cansız-antika süs eşyalarından çok daha değerli, canlı, dua ve bereket kaynağı olan değerlerimizdir. Onların duaları, biz gençlere haz ve hız verecektir.

İnsanımız hayırla muammer olsun, ama gözü yaşlı olmasın.

Kaynak:
Doç.Dr. Ali Akpınar'ın bu yazısı yeni Ümit dergisinin Ekim, Kasım, Aralık 2003 yılı 62. sayısından alınmıştır.

Yorum (0)add feed
Yorum yazın

Kayıtlı üye değilsiniz. yorum yapmak için üye olmalısınız.Yorum sorumluluğu size ait olacaktır.


busy